Portekiz'de Karanfil Devrimi
Ülkenin Başından Mutfağa "Düşen" Diktatör,
Korkusuz General ve Devrim'in Etkileyici Hikâyesi
Diktatörlüğün Başlangıcı
Baskı, basın sansürü, devletin din adamlarıyla iç içe ilişkisi, özgürlüklere getirilen kısıtlamalar…
Ve bütün bunların merkezinde tek bir adam: António de Oliveira Salazar
Uzun yıllar boyunca gördükleri zorbalık, baskı ve esarete karşı gösterdikleri direniş sonrasında özgürlüklerini geri alan çoğu ülkede olduğu gibi, Portekiz’de de bağımsızlığa giden yolculuğun ardında fedakarlıklarla ve gözü pek kahramanlarla dolu bir mücadele yatıyor.
Dile kolay, kalbe ağır fakat yine de gurur verici bir mücadele…

Her şey bir spatula ile başladı.
Evet, bildiğiniz, mutfakta kullandığımız spatula ile.
Portekiz mutfağına girdiğimde, bizim spatula dediğimiz şeyin Portekizliler tarafından “Salazar” olarak anıldığını öğrendim.
Neredeyse yarım asır boyunca ülkeyi yöneten diktatörlerinin adını, mutfakta kullandığımız bu alete vermişlerdi.
Peki neden?
Merakıma daha fazla dayanamadım ve bu hikayenin peşine düştüm.
Ve bulduklarımla bazen kanım dondu, bazen heyecanlandım, bazen de hüzünlendim.
Size öyle bir hikaye anlatacağım ki, okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak, çoğu yerde içiniz ürperecek ve bitirdiğinizde, çok farklı duygu ve düşüncelerden geçmiş halde bulacaksınız kendinizi.

Her yer karanfillerle donatılıyor. Çünkü 25 Nisan’da gerçekleşen Karanfil Devrimi ile, Portekizliler özgürlüklerine giden yolu açtılar.
Peki, ülke bu akıbete nasıl sürüklendi? Neden bir özgürlük mücadelesi verilmek zorunda kalındı? Özgürlüğe çıkan yolda ne fedakarlıklar yapıldı?
Ve devrim neden Karanfil Devrimi olarak anılıyor?
Uzun zaman havasını soluduğum Portekiz’de şans eseri karşıma çıkmasıyla peşine düştüğüm ve hepimiz açısından ders olan bu hikaye o kadar etkileyiciydi ki, hakkını verebilmek için neredeyse iki yıl boyunca araştırdım. Ve bunu bu sene 25 Nisan’da yayımlamaya karar verdim.
Tahmin edeceğiniz üzere, bu, klasik gezi yazılarından değil. O yüzden, kahvenizi alın, arkanıza yaslanın ve Portekiz’in bu etkileyici bağımsızlık mücadelesinin hikayesine, duygu yüklü bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Kraliyet Suikasti ve Portekiz'in Bir Diktatör'ün Ellerine Düşüşü

Bildiğiniz üzere, Portekiz geçmişte krallık olarak yönetilen bir ülkeydi. Yani, en azından 20. yüzyıla kadar.
20. yüzyıla gelindiğinde ise, Portekiz’de karşımıza, Birinci Cumhuriyet olarak adlandırılan dönem çıkar.
1908 yılında Praça de Commercio (ya da Terreiro do Paço) olarak bilinen Ticaret Meydanı’nda kraliyet ailesine karşı güpegündüz bir suikast gerçekleştirilir. “Lizbon suikastı“ olarak bilinen bu olay sırasında Portekiz Kralı ile veliaht prens hayatlarını kaybeder ve Portekiz monarşisi devrilir.
Böyle bir kaosun ardından kurulan Cumhuriyet, bugünkü bildiğimiz haliyle tam oturmuş bir cumhuriyet sayılmaz ve haliyle ömrü de çok uzun olmaz.

‘Birinci Cumhuriyet’in ömrü çok uzun olmadı.’ dedik, değil mi?
Hakikaten de 1926’da gerçekleşen hükûmet darbesi, Birinci Cumhuriyet’in sonunu çok çabuk getirir ve “Milli Diktatörlük” adı verilen dönemin önünü açar. İşte Karanfil Devrimi’ne giden süreç de böylece başlamış olur.

Milli Diktatörlük adı verilen dönem, o zamanlar Maliye Bakanı olan António de Oliveira Salazar‘ın muhafazakâr ve otokratik (yani bütün gücün tek bir devlet adamında toplanmasını öngören) ideolojileri örnek alarak geliştirdiği sistem ile “Estado Novo” adı verilen rejime dönüşür.
Ve kendisi de 1933’ten başlayıp 1970’lere kadar süren bu sistemde, hükûmet başkanı ve başbakanlık görevlerini üstlenir.
(Estado Novo’yu “Yeni Devlet” ya da “Yeni Vaziyet” şeklinde çevirebiliriz. Ama ben aslına sadık kalmak için Estado Novo olarak bahsedeceğim.)
(Bu arada Salazar ismi, size de Harry Potter, Karayip Korsanları gibi serilerdeki kötü karakterlerden tanıdık geliyorsa, okumaya devam edin.)
Salazar Rejimi'ne Neden Diktatörlük Deniyor?
Salazar’ın olumlu olarak değerlendirilen bazı işlerine rağmen Portekiz’de Salazar rejimi denildiği zaman akla ilk gelen kelime şu oluyor:
“DİKTATÖRLÜK”.
Halkın Salazar’a neden diktatör gözüyle baktığından önce, Sezar’ın hakkı Sezar’a gitsin diyelim ve kayda değer işlerinin bazılarına değinelim. Ne dersiniz?
1- Salazar'ın Maliye Alanındaki Başarısı
Salazar, maliye alanında, öğrencilik yıllarından beri son derece zeki bir şahsiyet. Bu nedenle görevi süresince Portekiz ekonomisi açısından oldukça olumlu işleri de olmuş.
Örnek vermek gerekirse, Salazar döneminde Portekiz’de kişi başına düşen milli gelirde artış yaşanmış. (Tabii ki bu, Portekiz’in Avrupa ücret ortalamasında halen daha en düşük sıralarda yer aldığı gerçeğini değiştirmeye yetmemiş olsa gerek. Zira bugün bile Avrupa’da asgari ücretin en düşük olduğu ülkelerden biri Portekiz.)
Elbette Salazar’ın eğitim geçmişine baktığımızda, finansal politikalarının zekice olması bizi pek de şaşırtmasa gerek. Kendisi Coimbra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üstün başarı derecesiyle; Finans ve Ekonomi Politikaları alanında ihtisas yaparak bitirmiş.
{Coimbra Üniversitesi, Portekiz’in ise en eski üniversitesi; Dünya’nın ise en eski üniversitelerinden biri.}
Portekiz’in Öğrenciler ve İlim Şehri Coimbra’yı görmek isterseniz, bu seyahat yazıma mutlaka göz atmanızı tavsiye ederim: COIMBRA REHBERİ
2-Portekiz'de Okuma-Yazma Oranının Yükselişi
Salazar döneminde eğitime son derece önem verilmiş ve birçok okul inşa edilmiş.
Sadece Portekiz’de değil, Portekiz’in o zamanlar halen daha sömürgesi halinde olan Mozambik, Angola gibi diğer ülkelerde de üniversiteler açılmış. Halkın büyük bir çoğunluğu okur-yazar hale gelmiş.
İstatistikler gösteriyor ki, örneğin ilkokul çağındaki çocukların okur yazarlık oranı Salazar’ın son dönemlerine doğru neredeyse yüzde yüzü bulmuş!
3- İkinci Dünya Savaşı'ndan Portekiz'i Sadece Korumayıp Kazançlı Duruma Getirmesi
Mesela yine, yerel halkla konuştuğumda; “Salazar’ın yaptığı en akıllıca işlerden biri, Portekiz’i İkinci Dünya Savaşı’ndan korumaktı.” diyenler oldu.
Göreceğiniz üzere, Salazar’ın yönetimde olduğu dönem tam da İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği yıllara denk geliyor.
Söylenene göre, Salazar, bu dönemde şöyle akıllıca bir politika izlemiş:
Savaş’ta tarafsız kalarak (her ne kadar tarafsızlık durumu tartışmalı da olsa) bir yandan ülkeyi Savaş’a girmekten korumuş; bir yandan da taraf devletlere savaş sırasında önemli olan maddeler (volfram gibi) satarak ülkeye gelir sağlamış.
Portekiz'in Tarafsızlığı Akademisyenlerce Tartışmalı
Her ne kadar Portekiz, 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmışsa da , Portekiz’in bu statüsü, akademik çevrede tartışmalı.
Bazıları, Portekiz’in 2. Dünya Savaşı’ndaki tarafsızlığının, başta A.B.D. ve İngiltere olmak üzere bazı devletlerin işine geldiğini belirtiyor. (Hemen hatırlatalım, İngiltere’nin en eski müttefiği Portekiz. Hatta iki ülke arasındaki ittifak dünyanın en eski ittifakı. Bir yerde bilgi sorusu olarak çıkarsa, söylersiniz 🙂)
Bu görüşü savunan akademisyenlerin sunduğu dayanaklardan biri, Portekiz’in savaş için çok stratejik bir noktada -Atlantik’in ortasında- bulunan Azor Adaları’nı, Amerika’ya uçak üssü olarak kullandırması. Bu imkanın, özellikle yakıt ikmali ihtiyacı duyan Amerikan uçaklarına ve dolayısıyla müttefiklere açık bir üstünlük sağladığı söyleniyor. Ancak ben sadece görüşleri aktarmakla yetiniyorum. Strateji eleştirisini, bırakalım konunun uzmanları yapsın.)
Neden Salazar Rejimine Diktatörlük Gözüyle Bakılıyor?
Salazar’ın yukarıda olumlu olarak değerlendirilen işlerine rağmen Portekiz’de Salazar rejimine ‘diktatörlük’ gözüyle bakılıyor.
Çünkü o dönemde temel ve siyasi hak ve özgürlükler büyük ölçüde kısıtlanmış.
Basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve yürüyüş hakkı, din ve vicdan özgürlüğü… gibi.
Estado Novo rejiminin bir nevi silahlı özel kuvveti haline gelen siyasi ve gizli bir polis teşkilatı kurulmuş ve devlet, ülkede katı bir sansür politikası uygulamış.
‘Uluslararası ve Devleti Koruma Polisi’ olarak çevirebileceğimiz, kısaca PIDE (Polícia Internacional e de Defesa do Estado- Okunuşu: “Pid”) adı verilen bu teşkilatın görevi ülke güvenliğini sağlamak ise de, teşkilatın insanları kontrol etmekte ve baskı rejimini halkın üstünde sağlamlaştırmakta kullanıldığı söyleniyor. Zira hükûmet aleyhine konuşanlar gözaltına alınmış, işkenceye uğramış ve hatta öldürülmüş. Haliyle insanlar en nihayetinde konuşmaya korkar hale gelmiş.

(Bu döneme tüyler ürpertici bir zaman yolculuğu yapmak isterseniz eğer, Lizbon’daki “Aljube Direniş ve Özgürlük Müzesi”ni mutlaka gezmenizi tavsiye ederim. Hemen görmek için: BURADAN)
Şimdi diyebilirsiniz ki, “E ama Salazar sadece başbakanlık görevinde değil miydi? Bu devletin bir başı, başkanı yok muydu? Neden kendisine bu kadar taviz verildi?”
Çünkü Salazar hayli etkili bir politik figürdü ve bir deyişle ipler onun elindeydi de ondan.
Yönünü hukuk fakültesine çevirmeden önce Viseu’da ilahiyat okulunu bitiren ve aslında rahip olmak isteyen Salazar, politikaya atıldıktan sonra da Katolik kurumlarına ve din adamlarına yakınlığını korumuştur. (En yakın arkadaşlarından olan Başkardinal Cerejeira, daha sonradan Katolik kilisesinin başı olmuş ve birçok önemli siyasi karara da dahil olmuştur.)

Kendisini Hristiyanlığın kalesi olarak gören bir ülke olan Portekiz’de aldığı desteğin en büyük etmenlerinden biri de, haliyle bu olmuştur.
Bu sayede baştan itibaren gücünü arttıran Salazar, artık öyle bir noktaya gelir ki, devlet başkanı kendisi olmasa bile bütün karar mekanizmasını o yönetir.
(Salazar’ın, tarihçi-akademisyen Filipe De Meneses tarafından yazılan biyografisinde anlatılana göre, kiliseyle (ki kilisenin başı da Salazar’ın eski dostu Kardinal Cerejeira’dır) yapılan görüşmeler sonunda, devlet, ülkede dini tarikat ve örgütlerin kurulmasını kabul etmiş.
Bunlardan biri olan Acção Catolica Portuguesa, gençler, yetişkinler, kadın-erkekler, üniversite, çalışan sınıf gibi farklı ayrımlara göre ayrı ayrı kolları olan oldukça karmaşık yapıda bir cemaat haline dönüşmüş.
Devlet, eğitimin dine uygun hale getirilmesi/hristiyanlaştırılması yoluyla ve sonrasında da kilise ile yapılan anlaşma (1940 Konkordatı) ile kiliseye sosyal, kültürel alanda ve ahlak konularında özgürce hareket edebileceği geniş bir yetki alanı tanımış.
Böylelikle kilise toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuş.
Tabii yine de belirtmekte fayda var, örneğin Meneses, aynı kitabında Salazar’ın önceki yıllarda hakim olan dine yatkın görüşünün iktidarının sonraki yıllarında aldığı kararları etkilemediğini, bu kararları kişisel, dini görüşüne veya kilisenin çıkarlarına değil, milliyetçi görüşüne dayalı olarak aldığını; birçok tarihçi, siyaset uzmanının da bu konuda hemfikir olduğunu belirtiyor.
Salazar’ın Papa ile Buluşmasından Bir Kare
Salazar Döneminde Tek Şaibeli Olaylar Bunlar da Değildi
Paket Anayasa, Başkanlık Sistemi ve Geniş Yetkiler
Tahmin edebileceğiniz üzere, Salazar yönetiminde şaibeli olaylar da yok değil.
Örneğin; Salazar’ın önderliğinde bir grup avukat, din adamları, iş adamları ve profesörlerden oluşan bir komisyon, bir anayasa hazırlar ve bu anayasa 1933’te halk oylamasına sunulur. Estado Novo rejiminin kurulmasına yol açan işte bu 1933 Anayasası, halkın yüksek bir oranla kabul ettiği bir anayasadır.
Ancak bu oran sizi aldatmasın. Çünkü anayasa, halka bir paket halinde sunulmuştur.
Bu çok önemli bir detay. Zira bu, halkın bütün anayasa açısından sadece ya “evet” ya da “hayır” seçenekleri olması ve uygun bulmadıkları maddeleri reddetme gibi bir şanslarının olmaması anlamına geliyor.
Anayasa oylamasında dikkati çeken tek nokta bu değil.
Halk oylaması sırasında, kadınlara ilk defa oy hakkı tanınmış. Bu, ilk bakışta elbette olumlu bir gelişme gibi dursa da, erkeklerin oy kullanabilmesi için sadece “okur-yazar olmaları” yeterliyken, kadınlar için “ortaöğretimi bitirmiş” olma şartı getirilmişti. (Ki o zamanlar Portekiz’de bırakın “orta öğretim mezunu” olmayı, eğitim seviyesi öyle düşük ki, orta öğretim mezunu olma şartıyla oy hakkı verilmesi ne derece iyi bir gelişme, tartışılır.)
Her neyse biz konumuza dönelim. Onaylanan bu Anayasa, devlet başkanına o kadar geniş yetkiler tanır ki, devlet başkanı neredeyse her şeyden üstün, dokunulmaz bir konuma gelir.
Hatta devlet başkanının, başbakanı atama ve görevden alma yetkisi bile vardır.
“Nasıl yani? Başbakan konumunda olan Salazar’ın aleyhine değil mi bu düzenleme? Neden kendisini tehlikeye sokacak böyle bir Anayasa hazırlanmasına göz yumsun?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Ancak her ne kadar görünürde yetkiler başkanda ise de, perde arkasında kontrol, baştan beri Salazar’ın kendisindedir ve yönetime gelen bütün başkanlar, Salazar’a büyük bir hareket serbestisi tanımıştır.
Elbette Salazar, gün gelip de bu yetkiden yola çıkacak çok cesur bir adamın karşısına geçip direnişin en büyük sembollerinden biri olacağının farkında değildir.
General Humberto Delgado…

Tarihe “Korkusuz General” olarak geçen Humberto Delgado, canını ortaya koyacak; Salazar’a karşı verdiği gözü pek, cesur mücadelesiyle, Portekizlilerin içinde uzun zamandır biriken hürriyet özleminin fitilini ateşleyecek ve Karanfil Devrimi’ne giden yolu açacaktır.
Manastırlardan Sokağa Taşan Lezzet: Portekiz’in Geleneksel Sarı Tatlıları
Portekiz tatlı kültürünün manastırlarda şekillendiğini biliyor muydunuz? Peki ya Portekizliler için vazgeçilmez olan bu lezzetlerin neden hep sarının binbir tonunda olduğunu?
Lisbon Ultimate Travel Guide
Yellow nostalgic trams, cobblestone streets and colorful houses… Check out this extensive guide to get to know this vibrant city, Lisbon >>>
Salinas de Rio Maior: Unique Salt Pans of Portugal
Visit the unique salt pans of Portugal in Rio Maior which is one of the last active ones in Europe with me; discover the region which offers an extraordinary stay.
José Franco Model Village: An Open Air Ethnographic Museum
In Sobreiro, a small town half an hour away from Mafra, there is a little village worthwhile a visit. A perfect weekend activity for kids and adults.
3 Comments